2010’lar Şiirinin Siyaseti

15 Aralık 2020 Saat: 11:24
Eray SARIÇAM

2010 Kuşağı şairlerinin siyasi şiirleri; önceki toplumcu-gerçekçi, solcu ya da İslamcılar gibi, geçmiş şiir mantığını ontolojik anlamda sarsmadan, yalnız geçmişin üzerine güncel siyasal sembolleri ve kelimeleri yığmamıştır. Bu kuşak şairleri siyasi şiiri temelinden değiştirmeye, dönüştürmeye çalışmıştır. 2000’lere kadar “karanfilli sigara” peşinde koşan şair, artık bu romantizm ve nostaljiden vazgeçmiştir. Çünkü son tahlilde nostalji, tıpkı 80 Kuşağında olduğu gibi, bir kaçış yöntemidir ve günümüzde bu yöntem yalnız konformist bir harekettir! Yani bu kuşağın öncekilerden temel farkı “aklı” daha fazla önce çıkarmasıdır. Mesela bizden önceki şairler, her ne kadar kendilerine Marksist de deseler, Marksizm’in bir getirisi olan aklı öne çıkarmak ve olayları akılla çözmek yerine; Deniz Gezmiş, Şeyh Bedreddin, Hallacı Mansur gibi kişileri mitleştirmeye kalktılar. “Mit” de bilindiği üzere hemen her zaman aklın zıttı olmuştur. Bu mitleştirmeyi İslamcı ya da Milliyetçiler arasında da görürüz Esasen “mit” daha geniş anlamıyla “hurafe”, toplumların zorlu durumlarda ayağa kalkabilmesi için gerekli olabilir. Ama şu da var, modern şiir toplumları ayağa kaldırmakla yükümlü değil, modern şairin böyle bir misyonu yok. İşte bu nedenlerle Mite yaslanan İslamcı, Milliyetçi veya Solcu şairler, şiirin yapı sorunu da atladı, ıskaladı… Bizim kuşak ise, yapı sorununu en az öz kadar önemsiyor ve pratiğe dökebiliyor. Bunun nedeni sanırım, 2010 Kuşağının kaynaklarını doğru seçmesidir. Yani bizim kuşak 2000’lere yahut 1980’lere değil, büyük oranda, direkt 1990’lara ve 1960 yılların Uyar, Karakoç, Özel ve Zarifoğlu şiirine bağlandı. Bu şairleri dönüştürmeye çalıştı.

2010 Kuşağını siyasi şiir bağlamında önceki kuşaklardan ayıran bir başka nokta ise bu kuşağın vaizci, teklifçi ya da taşıyıcı olmadığıdır. Buna bağlı olarak, 2010 Kuşağının örtülü anlatımı öncelediğini, doğrudan aktarıma yüz vermediğini söyleyebilirim. Çünkü doğrudan aktarıma yalnız siyasetçiler ve şiiri siyaset diline indirgeyen şairler yanaşır. Bu nedenle bizim kuşaktan, “Gazi Paşaya Ağıt” ya da “Uzun Adama Destan” minvalinde şiirler çıkmadı, çıkmıyor. Bizim bu başarımızın altındaki en önemli etkenlerden biri ise, hiç şüphesiz, lirizmi şiirden büsbütün atmamamız ve onun önemli bir derinlik aracı olduğunu farkında olmamızdır. Lirizm, 2010 Kuşağının didaktik şiirden ve siyaset dilinden uzaklaşmasını sağladı. -Dikkat edelim, “lirik” diyorum, “lirikçi” değil; 1980 Kuşağı gibi!-  

Bizde siyaset ve şiir, daha en başından beri iç içedir. Hatta biraz abartarak(!) Orhun Abileri’ne kadar vardırabiliriz işi. Ama şurası bir gerçek, dün olduğu gibi bugün de Türkiye’de en önemli sanat kuşkusuz şiir. Bugünlerde roman veya öykünün popüler olması kandırmasın sizi. Çünkü biz, İsmet Özel gibi söylersek, “dünyanın varlık gücünü şiirden alan ilk milletiz.” Bu açıdan bakıldığında siyasi şiirimizi, hem Orhun Abidelerine hem de “Peygamber yerine geçen hocalar/Bu halkın başına zahmetli oldu” diyen Yunus Emre’ye kadar götürebiliriz. Kim iddia edebilir, Koca Yunus’un bu dizeleri yazarken siyaset yapmadığını! Eski siyasetçilerden Bülent Ecevit’in şiirler yazdığını ve bir şiir kitabı bile olduğunu hepimiz biliyoruz. Daha eskiye gidecek olursak Osmanlı sultanlarının birçoğunun divan tertip ettiğini biliyoruz. Bugün de durum aynı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan okuduğu bir şiir yüzünden hapis yattı. Ve yine aynı Erdoğan’ın hemen her kampanyasında, programında diline pelesenk olan mutlaka bir şiiri var. “Sakarya Türküsü”, “Sürgün Ülkelerden Başkentler Başkentine”, “Çanakkale Şehitlerine”, “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor.” Malum Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı kazandığı zafer sonrası Erdoğan Azerbaycan’a gitti ve orada, zafer töreninde bir şiir okudu. Okunan bu şiire İran’ın verdiği tepkiyi hep birlikte gördük. Diplomatik bir kriz olacaktı neredeyse. İşte, şiirin bu topraklardaki etkisini ve önemini çok net gösteriyor bu örnek.

İhsan Fazlıoğlu, Taliki-zade’den, hükümdarlara dair şu özellikleri aktarır: “On birinci hassa kuvvet-i şi’riyedür. Bu nesl-i hümayundan gelen padişah-ı zûfunun cümlesi sahib-i tab-ı mevzundur. Saltanat nice mevrusları ise kuvvet-i şi’riyye dahi ol vechle mevruslarıdur. Sultan Osman Gazi’den berü cümle gelen padişahlar şair ve irad-ı nazma kadirlerdür.” Bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere, Ecevit ve Erdoğan’ın şiir konusundaki tavırları yalnız basit bir ilgi ile açıklanamaz. Çünkü biliyorlar ki, Türklerde güçlü bir iktidarın yolu şiirden geçer.

 

 

YORUMLAR

Lütfen Resimdeki kodu yazınız