2019 Nobel Edebiyat Ödülü’nün Düşündürdükleri

11 Mart 2020 Saat: 18:20
Eray SARIÇAM

Nobel edebiyat ödülü, 2006’da Orhan Pamuk’a verilmesinin ardından ilk kez içinde bulunduğumuz 2019 yılında bu denli gündemimize girdi. Tabii Orhan Pamuk’tan sonra, bu yılın ödülü de edebi açıdan değil tamamen siyasi sebeplerle misafiri oldu Türkiye’nin. Türkiye gibi ülkelerde Nobel benzeri ödülleri siyasetten, tarihten ayrı düşünebileceğimizi sanmıyorum. Yani, ödülü alan yazarı salt edebi yönü ile ele almak safdillikten öteye geçemez. Sonuçta biz İskandinav ülkelerinden değiliz yahut Büyük Britanya’ya bağlı bir sözde ülke. Bırakın dünyaca ünlü bir ödülü; ülke içindeki ödüllerde, armağanlarda dahi edebiyat ve siyaset iç içedir Türkiye’de. Bilhassa şiirde bu böyledir. Çok basit, bunca zaman geçmesine karşın Necatigil ödülünü sağ cenahtan birinin aldığına şahit olamazsınız. Yahut yine sol’un herhangi bir ödülünde şuna benzer bir ölçüt ya da katılım şartı ile rahatlıkla karşılaşabilirsiniz: “Çağdaş dünya görüşünü yansıtması…” Buradaki çağdaş dünya görüşü, ödülün, kime verileceğini göstermese de, en azından kime “verilmeyeceğini” açıkça gösteriyor: İslamcı, Milliyetçi ve Muhafazakârlar. Ama mesela öyküyü ele aldığımızda iş biraz değişiyor. İşte bu yıl, sağ cenahtan olan İz Yayıncılık’ın bir kitabına Fakir Baykurt ödülü verildi. Sanıyorum ki bizde her türlü siyaset yüzlerce yıl önce olduğu gibi bugün de yalnız şiirde dönüyor. En azından ülke içinde. Çünkü Orhan Pamuk örneğinde görüldüğü gibi, yurt dışına çıkınca bizi Batılılar roman üzerinden tanıyorlar, tanımak istiyorlar. Çünkü roman, şiire göre çok daha risksiz çok daha işlerine geliyor.

Her ödül ne kadar yaygın ve ne kadar ünlü olursa olsun her zaman tartışmalara neden olur. Bu tartışmalar, kimi ülkelerde edebi sınırlarda kalırken kimi ülkelerde ise edebiyat dışında gelişir. Esasen eserin hangi yönden eleştirileceği, ele alınacağı biraz da muhtevası ile ilgilidir. Tamamen bireysel bir konuyu ele alan eser büyük ihtimalle bu yönüyle eleştirilecektir. Ama Orhan Pamuk örneğinde görüldüğü gibi eleştiri sınırları, Pamuk’un, “Türkiye’de bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt öldürüldü” sözünden dolayı eserin ve edebiyatın dışına çıkabiliyor, taşabiliyor. Bu sadece Orhan Pamuk ile sınırlı değil elbet. 2006 yılına kadar, bilindiği üzere Nobel edebiyat ödülü sadece bir Müslüman ülkeye verilmiş ve ödülü alan Necip Mahfuz da hemen hemen Türkiye’deki gibi eleştirilerle karşı karşıya gelmişti. Ödülü alanlar kadar alamayanlar da edebiyat dışı nedenlerden dolayı, Nobel’den “mahrum” bırakılmıştır. İşte, Borges’in cunta rejimiyle olan ilişkisi bunun en meşhur örneği olabilir. Ya da Tolstoy’un dini görüşleri… Tüm bunlardan anlıyoruz ki Nobel ödülü, ülkelerin “iyi” yazarlarına veriliyor; ama çoğunlukla “en iyi”lerine değil... Ve Nobel de her ödül gibi edebiyat/sanat dışındaki pek çok olaydan etkileniyor. Etkilenmesi de gayet doğal. Çünkü her ödülün, evet istisnasız her ödülün, edebi bir yönü olduğu kadar siyasi bir yönü de vardır. Mesela 2005 yılında TYB’den ödül alan İsmet Özel bugün olsa TYB’den yine ödül alır mıydı? Ya da Cumhurbaşkanlığı makamını sol görüşten bir siyasetçi işgal etseydi 2011 yılında Cumhurbaşkanlığı ödülü yine Sezai Karakoç’a verilir miydi?

2019 Nobel edebiyat ödülü de buraya kadar anlattıklarımdan bağımsız değil elbette. Ödül bu yıl, Srebrenistsa’da bir katliam olduğunu inkâr eden ve Sırp savaş suçlularını savunan Avusturyalı yazar Peter Handke’ye verildi. Handke bu zamana kadar ülkemizde daha ziyade, “Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi” adlı romanıyla, nispeten dar bir çevrede tanınıyordu. Handke Türkiye’de, görünüşte Bosna Savaşı’yla ilgili tutumu sebebiyle eleştirilse de aslında sorunun temelini Nobel’in Türk karşıtlığı oluşturuyor. Sonuçta Sırplar, Bosna halkını Türk olarak gördükleri için katlediyorlardı ve Handke’ye göre Bosna’da, “Türklere karşı” yapılanlar “katliamdan sayılmaz”dı. Bu açık Türk düşmanlığının Türkiye’de tepki bulabilmesi içinse, büyük bir kesim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasını bekledi. Ödülün, Handke’ye gideceği ilk açıklandığında, “Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi”ne edebi açıdan yaklaşan ve güzellemeler dizen bir takım basiret sahibi zevat, Bosna’yı, Erdoğan’ın açıklamalarından sonra hatırlayabildiler. Açıkçası cumhurbaşkanının açıklamasından sonra Nobel 2019’u eleştirmek, lanetlemek veya kınamak, “güvenli bölgeye” yanlamaktan başka bir anlama gelmiyor. Öyle ki Erdoğan’ın açıklamasının peşi sıra, Milli Savunma Bakanlığı’ndan milletvekillerine; Fatih Tezcan’dan Tuğçe Kazaz’a; Ulusalcı Rahmi Turan’dan Kürtçü Birgün’e kadar her kişi ve kurum Handke’ye karşı taraf oldu. Sosyal medyadaki bir avuç zıpçıktıyı saymazsak Türkiye son yıllarda belki de ilk kez bir konu hakkında “tek vücut” haline gelebildi!

2006 yılında Orhan Pamuk’un Nobel’i alması üzerine, yazarı telefonla arayıp tebrik eden başbakan Erdoğan, 2019 yılında da Nobel’e karşı aynı tavrı takınsa veya hiçbir açıklama yapmasaydı ödül Türkiye’de muhakkak bu kadar gündem olmayacaktı. Benim merak ettiğimse acaba o zaman, bugün Handke’yi lanetleyenlerin tavrı ne yönde olacaktı? Ya da bir “tavır” sahibi olacaklar mıydı? Yoksa Handke, Bosna hakkında hiçbir açıklama yapmamış gibi mi davranacaklardı?

Şurası bir gerçek ki “Handke olayı” Türkiye ile sınırlı değil. Çeşitli ülkeler bu yılki ödülü kendilerince protesto ettiler, tepkilerini gösterdiler. Hatta İsveçli gazeteci Christina Doctare 1998 yılında aldığı Nobel madalyasını iade edeceğini açıkladı. Tabii tüm bu tepkilerinin temelinde “Hümanizm” yatıyor. Ama sorun Hümanizm’den de “insan hakları”ndan da öte bir yerde. Eğer bu yılki “facia”yı insan hakları ile açıklamaya kalkarsak, temel sorunu 2006’daki gibi halının altına süpürmüş olacağız. Temel sorun ne peki? İslamofobi mi? Hayır. Sonuçta Libyalı Müslüman bir komutan, Türkiye’ye karşı, Yunanistan’ın tarafını tutuyor ve Yunanca tivit atıyor, öyle değil mi?

YORUMLAR

Lütfen Resimdeki kodu yazınız

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları