İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

4 Haziran 2022 Saat: 16:29
Fevzi KILINÇDOĞAN (Eğitimci)
Demokratik toplumun temel gerekliliği olan çoğulculuk, açık fikirlilik, hoşgörü ve ifade özgürlüğü gibi kulağa hoş gelen haklara sahip olma arzusu “devlet” yapısının ortaya çıktığı Tunç Devri’nden bu yana devleti oluşturan bireylerin temel arzusu o

Bu hakların kavramsallaştırılması her ne kadar son yüz yılda ortaya çıkmış olsa da temelde binlerce yıllık insanlık tarihinde gerek bireysel gerekse toplumsal olarak ihtiyaç duyulan haklar olmuştur.

Bazı toplumlar bu ihtiyacı “Magna Carta”nın imzalanma sürecinde olduğu gibi yüzlerce yıl öncesinde cesurca dile getirip “Yurtsuz Jhon” gibi bir kralı masaya oturtup haklarını yazılı güvence altına almışlar, bazı toplumlar da haklarını kavramsallaştıracak bilgi birikiminden yoksun olduklarından dile getirme becerisini gösterememişlerdir.

“İnsan hakları için ne yapabiliriz?” diye sorulduğunda “İnsanların bilmesini sağlayın” diyen Voltaire ve aynı dönemde yaşayan hatta neredeyse aynı yıllarda ölen  J.J Russo  gibi entelektüeller 18. yüzyıl ve sonrasında “kendini arayan halklar”a bu konuda nereden başlayacağına dair ışık tutmaya başlayınca, insanlar karanlıklarını aydınlıklara dönüştürmeye başladılar. Aslında Fransız İhtilali’nin arka planında yatan neden de tam da buydu; kendini arayan halkların çırpınışıydı.

  1. Kavramsal olarak temel çıkış noktası “Batı” olan “demokrasi”, gelişmekte olan “Doğu” ve ya “Ortadoğu” ülkelerine  “Batı” tarafından ihraç edildiğinde bir dizi değişiklikler içerdi.

Öreğin kendi ülkelerinde “demokrasi”yi belli bir noktada kırmızı çizgiyle sınırlandırırken ihraç ettikleri ülkelerde demokrasinin uygulanması konusunda “hiçbir çizgiye ihtiyaç duyulmaması” gerektiği fikrini empoze etmeleri gibi..

Bu çifte standarta binlerce somut örnek verilebilir. Ama en taze örnek AB’nin lokomotifi olarak bilinen Almanya’nın, Filistin asıllı bir gazetecinin bilerek ve isteyerek İsrail tarafından öldürülmesini protesto eden gösterilere müdahalesi ve Berlin-Brandenburg Yüksek İdare Mahkemesi’nin Filistin yanlısı gösterileri kalıcı olarak yasaklanması kararı.

Gelişmekte olan ülke halklarını siyasal ve kültürel alanlarda istedikleri çizgiye çekmelerinin en etkili yollarından biriydi bu “çizgisiz/sınırsız demokrasi.”

Tabi bu kavramın yanına bir de özgürlük kavramını hatta bu kavramın en sınırsız olanını da eklerseniz tam da istedikleri kıvama gelen bir toplumu istedikleri şekilde olgunlaştırdıklarını göreceksiniz.

Özgürlüğün en sınırsız olanını kullanmak genelde ifadeyle olur. Fiziksel olarak kullanma cesaretini pek göstermezsiniz. Buna da tabi ki güzel bir kalıp cümle oluşturulmuştur: ”ifade özgürlüğü”

“Batı” kendisi için sınır koyduğu  “demokrasi, özgürlük, ifade özgürlüğü” gibi kulağa hoş gelen, ruhu romantikleştiren bu kavramların ihracını yaparken “sınırsız” kelimesini de yanına ekleyip yapmayı ihmal etmemiştir.

Temelde doğuşumuzdan ölümümüze kadar olan yaşam sürecimizde ihtiyaç duyabileceğimiz notalardır bunlar. Ancak bu ihtiyacımızı ne ölçüde ve nasıl karşılayacağımız konusunda, “Batı”nın ihraç ettiği “sınırsız özgürlük” kavramı nedeniyle epey bir bocalamaktayız.

Bu bocalama özellikle 21.yüzyılla başladı dersek hata olmaz. Çünkü daha öncesinde kafamız bu konuda biraz daha netti. Mesela, 1961’e kadar uygulanacak olan 1924 Anayasası’nın bir maddesinde “Şahsî masûniyet, vicdan, tefekkür, kelâm, neşir, seyahat, akit, sây ü amel, temellük ve tasarruf, içtimâ, cemiyet, şirket, hak ve hürriyetleri Türklerin tabiî hukûkundandır.” Maddesini koyduktan sonra “Hürriyet, başkasına muzır olmayacak her türlü tasarrufta bulunmaktır.” Şeklinde belli sınırlamalar de getiriyordu. Yani sınırı “başkalarının özgürlük alanını kısıtlamayacak..” olarak belirliyordu.

Bizdeki “özgürlük düşkünleri”nin bir kısmının anlayamadıkları tam da budur. Her defasında

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM)’ne atıfta bulunan “sınırsız özgürlüğü sınırsız hakeret ve yıpratma” olarak görenler  İHAM’ın ifade özgürlüğüne sınır koyduğu durumlardan birinin ne olduğunu biliyorlar mı acaba?

Hemen söyleyelim:

İnsan hakları Avrupa Sözleşmesi bizlere “ihraç ettiği” sınırsız ifade özgürlüğünü, kendi kıtalarında “Nazi propagandasının yapılması veya Nazileri meşrulaştırıcı söz ve eylemlerin gerçekleşmesi”  ve “nefret söylemleri” durumlarında derhal kısıtlama kararı almışlardır.

O halde bizdeki ekmeğini yediği devlete olan düşmanca söz ve eylemlerin, Irkçılığın en aşağılık biçimde dile getirilip eylemleştirilmesinin yukarıdaki “kısıtlama” nedeninden ne farkı var?

Onların fark görememesinin tek sebebi var: Bizim gibi gelişmekte olup dışa bağımlılıkla mücadele eden ülke halklarını belirsiz bir kaos ortamına sürüklemek. Başka da izahı yok.

Ama hiç kimse kusura bakmasın!

Gerek Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler gerekse de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, nefret söylemini hangi gerekçeyle olursa olsun ifade özgürlüğü içerisinde değerlendirmeyecektir.

 O değerlendirme “eski Türkiye”nin değerlendirmesiydi. O günün koşulları, bu tür nefret söylemlerini ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmeyi gerekli kılmış olabilir. Ama “dün dündür; bugün bugündür.”

“Kullanılan ifadelerin kişilere veya nüfusun bir bölümüne karşı şiddete teşvik edici nitelikte olması hâlinde, bu ifade açıklamasına müdahale hususunda devletin daha geniş bir takdir hakkı vardır”

Sınırsız özgürlük anlayışı felsefi anlamda kulağa hoş gelen bir görüş olsa da  bu görüşün toplumsal hayatta kesinlikle  geçerliliği bulunmaz.

 

Anayasamızın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” şeklinde tüm temel haklar için sınırlama sebepleri yer almışken;

“Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti” başlıklı 26. maddesinin ikinci fıkrasında,

 “Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyet’in temel nitelikleri ve Devlet’in ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”  Denmiştir.

Demek ki devlet gerektiğinde başkasının özgürlük alanına müdahale eden, toplumun belli başlı normlarını göz ardı edip hiçe sayan söylemleri  pek de ifade özgürlüğü kapsamında ele almamaktadır.

Sonuç olarak: İstediğinizi istediğiniz biçimde kullanma hakkını kendinizde görüyor olabilirsiniz. Bu gayet doğal bir şey.

 Lakin tüm o “özgürlüksel” hakları  bireyin yahut toplumun değerlerini göz ardı ederek kullandığınızda gerek devletin, gerekse toplumun “yasal sınırlar içinde tepki verme özgürlüğünü” kullanmasından rahatsız olmayacaksınız..

YORUMLAR

Lütfen Resimdeki kodu yazınız

Diğer Yazıları

Tüm Yazıları