Bazen kendimizi, başka birinin geçmişinin içinde buluruz.Kendi geçmişimizin değil, bir “öteki”nin geçmiş öğretisinin, savunmalarının, korkularının bir parçası haline geliriz.Bu ötekinin hikâyesi bize ait değildir ama duygusal yankısı üzerimize siner.Bir sınav gibi gelir bu durum; kökünü bilmediğimiz bir geçmişin içinde cezalanır, anlamını bilmediğimiz bir dersin parçası oluruz.
 
İnsanın en temel güdülerinden biri, kendini koruma isteğidir.Geçmişte yaşadığı acılardan ders çıkarmak, gelecekte aynı acıları yaşamamak için önlemler almak doğaldır.Fakat bu korunma refleksi, çoğu zaman ilişkilerde yeniden üretilen bir mesafe biçimine dönüşür.Kişi, geçmişte yaşadığı hayal kırıklıklarını hatırladıkça bugünkü ilişkisine farkında olmadan aynı korkuları taşır.Ve koruma içgüdüsü, bir noktadan sonra artık “koruma” değil, “kaçınma” haline gelir.
 
Oysa ilişkilerde geçmiş, iki tarafın da ayrı ayrı taşıdığı bagajlarla gelir.Her biri kendi deneyiminin tortularını yeni bağın içine sızdırır.İşte bu noktada, “Bir diğer ötekinin geçmiş öğretisinin parçası olmak” karşılıklı olarak bir sınav haline gelir.Kişi, ötekinin duygusal mirasının sorumluluğunu farkında olmadan üstlenir ve kendi duygusal alanını kaybeder.
 
Bazen gri alanlar, başta güvenli gelir.Ne tamamen içeri girmek, ne tamamen uzaklaşmak vardır.Ama zamanla bu gri alan, ilişkinin boğulduğu bir durağanlık alanına dönüşür.Gri, koruma alanı olmaktan çıkar; içsel gelişimin yerini korku alır.Kişi, “gelişmek” adına ötekinin yaralarını taşımaya başlar ama bu süreç çoğu zaman iki tarafı da tükenmiş hissettirir.
 
İki yaralı taraf, geçmişin gardlarını kaldırmadan birbirine yaklaşmaya çalıştığında,ilişki bir tür “duygusal zırh dansı”na dönüşür.Her iki taraf da yakınlaşmak ister, ama aynı anda savunmadadır.Bir taraf geçmişin ihanetini hatırladığında, diğeri o anın samimiyetini yitirir.Ve aralarındaki bağ, bir akordeon gibi: bir yakın, bir uzak..Hiç tam birleşemez, hep aralık kalır.
 
Bu tür ilişkilerde “bir olmak” bir idealdir, ama “bütün” olabilmek neredeyse imkânsızlaşır.Çünkü sadece kalkanlar savaşır.Kalpler değil.kalkanlar konuşur, kalkanlar sınır çizer, kalkanlar korur ama kalkanların ardında kimse tam olarak görünmez.Ve bir noktada mesele, tüm katı sınırlarıyla buharlaşır.Kalan şey bir ilişki değil, bir yankıdır.Bitmemiş bir hikâye, yarım kalmış bir mesele…Belki de her insanın içinde taşıdığı o tamamlanmamışlık hissinin küçük bir izdüşümü.
 
Uzman Klinik Psikolog Aslı Kanizi, '' İlişkilerde bütün olabilmek;karşısındakini geçmişin bir temsili olarak değil,şu anın bir parçası olarak görebilmeyi gerektirir.Bu, hem cesaret hem farkındalık ister.Çünkü ancak gardın indiği yerde gerçek temas başlar.Ve belki de en çok orada, insanın kalbi “ötekiyle” değil,kendiyle ilk kez temas eder.''dedi.