Akademi ve şiir ilişkisi bütün bir Cumhuriyet boyunca gündemden hemen hemen hiç düşmeyen bir tartışma konusudur. Bu konu hakkında düşünen kimi yazarlar, akademi ve şiirin birbiriyle çok da ilintili olmadığını ya da bağdaştırılamayacağını dile getirmişlerdir. Çünkü şiir pek çok zaman “duygu”nun ve gramatikal anlamda “kural dışılığın” ürünüdür. Akademi ise; donmuş bilgilerin, kuralların, tekrarların ve hatta nasların oluşturduğu bir bütündür. Bunu, Türk Dili ve Edebiyatı okumuş biri olarak söylüyorum. Ne yazık ki akademi bugün hâlâ şiirin; tamamen esinden meydana geldiğini, okuyucuyu alıp o sakin beldelere götürdüğünü veya insanın ruhunun uzak noktalarına hitap ettiğini düşünür. Bu noktada, şairi yine şairin anlayacağı yönündeki düşünce yine yürürlüğe giriyor. Ne eleştirmen ne akademisyen… Özellikle akademisyen. Çünkü akademik çalışmalar metodolojik yaklaşımlarla şiiri anlamaya çalıştığı için, çoğu zaman “soğuk” ve hatta ideolojik olurlar. Mesela akademik eleştiri deyince akla ilk gelen isimlerden Mehmet Kaplan, Ülkü Tamer hakkında yazdığı üç sayfalık yazının ilk iki sayfasını şairin “zararlı” ideolojisine ayırdıktan sonra şiir hakkındaki düşüncelerini dile getirir. Yahut Erdem Bayazıt’ı, şiirinin ses, biçim ve muhteviyatı dolayısıyla geleneğe ihanet ettiği ve solculara yaklaştığı yönünde suçlar. Ahmet Kabaklı’ya göreyse Ece Ayhan adeta bir dil katilidir!Esasen Mehmet Kaplan ve Ahmet Kabaklılara kadar gitmemize gerek yok. 2012 yılında İskender Pala’nın yayımladığı “Muhafazakâr Sanat Manifestosu” da yalnız ideolojik temelli bir metindi.
Akademinin, dün olduğu gibi bugün de şiire en büyük katkısı herhalde “kronolojik” çalışmalardır. Üniversite veya lise ders kitaplarındaki metinlerin, makalelerin yeni bir düşünce ve bakış açısı kazandırmaktan ziyade malumun ilamı olduğu son derece açık. Akademinin, bu tekrar bilgilerde yani “kronolojide” dahi birçok kez çeşitli hatalara düşmesinin nedeni ise “saha” ile aralarındaki kopukluktan doğuyor sanırım. Örneğin Ramazan Korkmaz’ın editörlüğünde yayımlanan “Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı”na bakalım. Benim elimde kitabın dokuzuncu baskı mevcut. Üniversitedeyken bu kitaptan çokça yararlanırdı hocalarımızın. Kitabın, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri” bölümünün yazarları Ramazan Korkmaz ve Tarık Özcan, İsmet Özel’i hem Toplumcu-Marksist söylem hem de İslami söylemde alıp incelemişler. Özel’i, iki ayrı kategoride ele almanın gereksiz olduğunu düşünüyorum ben. İsmet Özel, bugün de geçmişte de aynı şiiri yazar çünkü. Onun, 1974’ten sonra yazdığını şiirleri İslami söylem diye ele almak, bu kategoride yanına koyacağımız -koymak zorunda olacağımız- diğer şairlerle (Akif İnan, Alaeddin Özdenören vs.) taban tabana zıt ve bütünlüksüz bir grubun oluşmasına neden olacaktır. Çünkü Özel’in 1974’ten sonraki şiirleri yalnız duruş, siyaset ve fikir olarak değil, biçimsel olarak da aynı kategoride anıldığı isimlerden epey uzaktır.
Neredeyse aynı kronolojik hata Güven Turan ve Hilmi Yavuz ele alırken de yapılmış. İki isim de 80 Kuşağı içerisinde gösterilmiş. Hâlbuki Turan 60 Kuşağı’ndan bir şair. Yalnız 60 Kuşağı’nda -özellikle toplumcu şairler arasında- sağlam bir yer edinememiş ve sesini bulabilmesi için 80’leri beklemiştir. Hilmi Yavuz’u ise, Mehmet H. Doğan 2. Yeni şairleriyle akran olmasına rağmen; tıpkı Gülten Akın, Ercüment Uçarı, Tevfik Akdağ gibi şairlerle birlikte “takipçiler” arasında saymıştır, ki el-hak doğrudur. Belki bu iki ismi, şiir görüşleri arasındaki tüm farklılıklara rağmen, “bireysel şairler” olarak ele alabiliriz. Ama şunu da söylemem gerekir. Güven Turan’ın hem de Hilmi Yavuz’un 80 Kuşağı üzerindeki etkisi çok açık ve büyüktür. -En azından bu kuşak şairlerinin edebiyat dünyasında görünmesi, belirmesi bakımından…-
Bu tür hataların akademik kitaplarda olması artık bana doğal geliyor. Bilhassa bugünkü şiirle ilgili… Çünkü bu alandaki akademisyenlerin birçoğu ne yazık ki kalıp bilgilerin ve “gelenek”in dışına çıkamıyorlar. Bununla ilgili bir örneği de “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri” adlı çalışmasında İnci Engünün’de görmüştüm. Enginün Hoca bu kitapta Hakan Şarkdemir, İbrahim Tenekeci, Cevdet Karal gibi isimleri 80 sonrası şiir içerisinde ele almıştı. Kitabın ilgili kısmıyla ilgili kaynakça ise Yılmaz Odabaşı’nın hazırladığı bir antoloji. Sanırım akademisyenler günümüz şiirini bilmemenin ötesinde, bugünkü şiirin temel kaynaklarından bile epey uzaklar… Tabii her düşüncede olduğu gibi bunda da bir istisnai durum söz konusu. Enginün Hocanın aksine, bir akademisyen olarak Baki Asiltürk ve Mehmet Can Doğan gibi hocaların çabaları göz ardı edilemez. Özellikle Asiltürk’ün, “Türk Şiirinde 1980 Kuşağı” yakın zaman şiirimiz hakkında yazılmış en oylumlu ve doyurucu kitap. Yine Mehmet Can Doğan’ın “Modern Türk Şiiri -Olgular, Eğilimler, Akımlar- kitabı da aynı çabanın ürünü. Elbette bu iki yazarın da tüm akademik unvanlarının ötesinde ve öncesinde şair olduklarını unutmamak gerek. Çünkü bir şairi yine en iyi bir başka şairin anlayacağını yazmıştır, o büyük şair. Şiiri yalnız akademiye bırakılırsa bugünkü şiiri takip etmediğini söyleyen ve hafifseyen akademisyenlerin elinde, Hilmi Yavuz ve Ece Ayhan’ın “toplumcu-gerçekçi” olduğunu sanan üniversite öğrencilerinin sayısı her geçen gün biraz daha artacaktır.