Ormanın içinde keyfinle koşuyorsun…
Ağaçlar kesiyor yolunu, kıvrılarak yanlarından geçiyorsun. Kafana göre bir o tarafa bir bu tarafa gidiyorsun. Ayaklarının sesi yankılanmaya başlıyor. Bir kuş sesi kulaklarına, çiçek kokuları da burnuna uğruyor. Az ötede akarsu görüyorsun ve susadığını anlıyorsun…
Annenin yardımıyla yürüdüğün günler aklına geliyor, şimdi onsuz dilediğince koşabildiğini anlıyorsun…
Arkanda güneşin olduğunu hissedip, arkana bakıyorsun. İyice yoruluyorsun ama koşmaya devam ediyorsun…
Tüm gücünü kullanıyorsun ama ayakların artık görevine ara vermek istediğini hissediyorsun. Biraz daha koşarsan, bir ağacın altına yığılacağını düşünüyorsun. Artık alıp verdiğin nefes sesi, ayaklarının sesinin önüne geçiyor. Güçlükle dönüp arkana bakmaya çalışıyorsun ama yapamıyorsun. Zor bela bakıyorsun arkana, iyice yaklaşmış arkandaki ve güneş onun elindeki metali parlatmakta. Bir kuş sesi geliyor kulağına. Anneni özlediğini düşünüyorsun, onun sesini getiriyor rüzgâr kulaklarına. Sana “koş” diyor annen, “yavrum koş”…
Bir patlama sesi bölüyor annenin sözünü…
Ve sırtında bir acıyla düşüyorsun yeşilliklerin üstüne. Arkandaki koşup yetişiyor ve bir patlama sesi daha!
Bu kez başında bir yangın…
Çok susamışsın, son nefesini veriyorsun bir akarsuyun yanında…
* * *
Bunun adı ne biliyor musunuz?
Avcılık sporu…
Aman, ne şahane bir spor!
Birlikte biraz empati yaparak, bu spor dalının nasıl olduğunu anlamaya çalıştık.
Şunu asla unutmayın, “av hayvanlarının da annesi vardır!”